İHSAN YALÇINKAYA: DAM BAŞI
Kağnı ile taşlıktan taş getirilir, dereden su getirmek için fıçılar hazırlanır. Ustanın sevdiği yemekleri pişirmek için kadınlar hazırlık yapar.
Günün burnuyla dam tutma işi başlar. Köşe taşları dualarla yerine konur. Şakül tutulur, çilpi çekilir. Keşikçiler, yevmiyeciler, kız, gelin, evlat, torun heyecanla işe üşüşür; kimi taş taşır, kimi helik getirir, kimi çamur karar. Kimse oturmak bilmez.
Gün günü kovalar, duvar örme işi biter. Damın ortasına kalınca direk dikilir, üstüne bezir yağı ile yağlanmış ardıçtan hezen atılır. Ağaçlar hezenin üstüne enlemesine konulur. Aralarına çırpı döşenip üstüne bişirik atılır. Bişirik iyi atılmazsa yelde, yağmurda dam başının toprağı oraya buraya savrulur; rüzgâr toprağı inceltir, oyulan yerler hezene kadar iner.
Toprağın sertleşmesi için dam başı loğlanır. Çamur bulaşmasın diye loğlanan yerlere saman ekelenir. Dam iyi loğlanmazsa tavandan evin içine şipir şipir su damlar. Loğ taşlarının çoğu çarkıttır, tutağında onlarca mıh vardır. Taşın yanlarından oyulan deliklere ne kadar tahta parçası varsa çakılır. Loğ çekerken hiza bozulursa tahtalar birer ikişer yerinden çıkar. Tutak, loğ çekenin elinde kalır. Loğu olmayanlar dam başını potinleriyle çiğnerler.
Loğ bir bakıma sabır taşıdır, tahammülü güçlendirir. Dam başı hikâyeleri loğ ile birlikte anılır. Bunlardan biri de vali ile köylünün hikâyesidir. Rivayet odur ki bir şehre vali atanır. Hayırlı olsuna gelenler çoktur. Vali Bey ağırladığı misafirlerini yolcu ederken köylülerden birine "Ne kadar güzel konuştunuz." der. Köylü de "Sayın Vali’m, aklın süsü dildir; dilin süsü sözdür." der. Vali Bey etrafındakilere “Kısa sürede bu köye iadeiziyaret yapalım.” der. Bir süre sonra Vali Bey köye gider, muhtarın evine konuk olur. Köylüyü muhtarın odasına çağırtır. Görevli "Sayın Vali’m, köylü dam başı loğluyor. ‘Şimdi işim var, Vali buraya gelsin.’ diyor, sizi yanına çağırıyor.” der. Vali Bey tevazu gösterip köylünün yanına gider. Dam başına çıkar. Köylü, Vali’nin koluna girerek ona dam başını gezdirir. Vali’nin ayağının değmediği yer kalmaz. Vali Bey bu kadar dolaştırılmasının sebebini merak edip sorar. Köylü de "Sayın Vali’m, devletin ayağının bastığı her yerde gül biter." der. Vali Bey de " Unutma, her gülün bir de dikeni vardır." der. Köylü "Haklısınız Sayın Vali’m, biz köylüler gülün güzelliğini de dikenin acısını da iyi biliriz. Gülün dikeni var diye şikâyet etmeyiz, aksine dikenin gülleri var diye şükrederiz." der. Vali Bey umut ve sevinçle köyden ayrılır.
Vali Bey köyden ayrıldıktan sonra dam başında otlar yeşerir. Ebegümeci, madımak, gelincik, sarı çiçek… Ardından öbek öbek çimenler çıkar. Damın başı ala bula ota bürünür. Çörtene yakın yerde karıncalar yuva yapar. Karıncalar çimenlerin kenarından yürür. Birerli ikişerli kol tutarak biri gelir, biri gider; tıpkı insanların dam başına gelip gittikleri gibi.
Dam başı yücedir, oradan bakınca her yer görünür. Zapt edilemez güzellikleriyle herkesi kendine çeker. İkindi vaktine doğru dam başına güren güren insan gelir; yaşlı, genç, ergen, yetişkin… Dam başında kol kola gezenler, eli arkasında dolaşanlar, eli böğründe duranlar, eli koynunda olanlar… Her birinin derdi ayrıdır. Neşeliler, çaresizler, siftinenler…
Sıcaklar başlayınca yaylaya çıkar gibi dam başına çıkılır, dam başı süpürülür. Toprağın altından ucu çıkan muşambalar kapatılır. Dam başına atılan hır, hırış, taş, kesek temizlenir. Kilimler serilir. Üstüne yatak, minder, yastık yığılır. Gece dam başında yatmak keyiflidir. Sinekten korunmak için cibinlik gerilir. Hâli vakti yerinde olanlar dam başına karyola kurar. Karyolanın üstünde de altında da yatılır. Üç pilli el feneri dam başında yatanın baş ucundadır. Etrafı kollamak için yatakta bir sağa, bir sola dönülür. Gözler göğe dikilir. Gökyüzünde yıldızlar kaynaşır. Yıldızlar ipil ipildir. Ay ağarırken ufuk kızarır, arkasından Ay’ın ucu görünür. Kağnı tekeri gibi dağların ardından doğar. Bulut kümeleri pamuk yığını gibidir. Ay bulutun bir altına girer, bir üstüne çıkar. Sonra Ay’ın ışığı süt gibi olur.
Dam başında yatarken aşağılardan, dere kenarlarından, dal, yaprak hışırtıları gelir. Çok uzaklardan örümdeki koyun sürülerinin çan sesleri duyulur. İt ulumaları, çoban sesleri birbirine karışır. Dam başında bazen bir üvez tebelleş olur. Üvezden kurtulmak zordur. Kovdukça geri gelir, cebelleşir durur. Olanca doğallığıyla dam başında ferah bir rüzgâr eser. Rüzgâr üvezleri alır götürür.
Tarhana, yarma, bulgurluk, değirmenlik dam başına serilir. Tarhana, kaşak üzerine döşenir. Gün vurunca ekşimesin diye üzerine savan örtülür. Bulgurluk buğday palaza serilir. İçindeki çöpü, sapı, taşı seçenler sessizce homurdanarak duygularını yaşarlar. Ne dediğini, ne düşündüğünü bir kendisi bilir; bir de Allah bilir. Sergisi olmayan kadınlar dam başında yün dider, menik sarar, yorgan sırırlar. Kimisi de yün eğirir. Yün eğirirken kirmen dam başından aşağıya bırakılır.
Dam başındaki sergiye gelen tavuk, cücük, kedi kişelenir. Nasibi kadar olanına göz yumulur. Kurt kuş sergiye zarar vermesin diye değnekten adam dikilir. Koluna bacağına çaput sarılır. Dam başında sergi bekleyen çocuk için vakit hiç geçmez. Güneş alnının çatına vurur durur.
Havalar gittikçe soğur. Kavak yaprakları alt kısımlardan dökülmeye başlarsa kış çetin geçer. O sene ayva da çok olursa zemheri zemheriliğini yapar. Kar, damın boyunu aşar. Kapı, pencere kapanır. Pencerelerin çoğu damın tepesindedir. Dam başındaki karı kürümek için takım taklavat hazırdır. Kar sıyırgayla kürünür. Sıyırganın işlemediği yerin karları yabantıyla atılır. Tipinin çokça vurduğu damların sahiplerine yardım edilir.
Damın burcunda bir ayağını indirip bir ayağını kaldıran serçeler karın altından çıkan taneleri yer. Dam başı kürünürken damdan dama yüksek sesle konuşulur. Kar kürürken birbirinin sesini duymayanlar uzaktan el işaretiyle anlaşırlar. Arada türkü söyleyenler olur. Efkârlananlar sıyırganın ucunu bağrına dayayarak türküyü dinlerler. “Dam başında oturur/Çıkmış kapı süpürür/Senin o bakışların/Beni bir gün bitirir…”
Hayvanların kışlık yiyeceği için asırlık tırpanlarla ot biçilir. Dam başına getirilip hayma kurulur. Haymanın otu kırık keskiyle trakızlanır. Mala, davara verilecek otlar enli kütüğün üzerinde tahra ile doğranır.
Hayma, dam başında en sığınılacak yerdir. Boş yağ tenekesinin içinde güneşte su ısıtılır. Haymanın duldasında tıngır teştin içinde çocuklar çimdirilir. Haymanın arka tarafında tahta tarakla çocukların saçı taranır. Kirolluğa sığmayan çökelekler deriye basılıp haymanın koğsuğuna saklanır. Su bakraçlarına doldurulan sular, soğuması için haymanın gölgesine konulur. Haymanın altına sokulan çocuklar dabazdan kaşınsalar da haymanın içi, dışı, önü, arkası her yeri işe yarar.
Ahaliyi ilgilendiren haberleri tellal dam başından duyurur. Tellal her söze “Duyduk duymadık demeyin!” diye başlar. Tellal cazgır olur. Dam başından bağırdığında sesi öteki köylere kadar gider. Haberler dam başında akşamüstü verilir. Bu vakit herkesin dağda taşta olmadığı vakittir. Düğün, ark sırası, vefat haberleri çok mühimdir. Her haberin zavuru farklıdır. Dam başında verilen haberler kimini üzer, kimini sevindirir.
Yeni yetmeler, dam başında afili dolaşır; uğrun uğrun çeşmeye giden kızlara bakarlar. Ta küçükten kanları kaynamıştır. Yükseklerden sevdiceklerine el sallasalar da ne sevdicekleri ne de başkaları o elleri görmez. Hangi yaşta aldıklarını bilmedikleri gönül yaraları dam başında volta atarken kanar durur.
Gençler dam başında dolaşırken gömleklerinin kurt kulağına benzeyen yakasını ceketlerinin yakasının üstüne geçirirler; gömleklerinin düğmelerini göğüslerine kadar açıp ayakkabılarının ökçelerine basarlar. Yeni üst baş alanlar aldıklarını dam başında etrafa gösterirler. Yetişkinler için mintan, çocuklar için kilteli kelik, gençler için bol paça pantolonla gezmek fiyakadır. Dam başında gösterişin en değerlisi kol saatidir. Hele bir de markası “Nacar” ise pozu bambaşka olur. Gençler iki parmağının arasında tesbih çevirirken kendi kendilerine türkü söylerler. Bazen türküyü en yakınlarındaki arkadaşları dahi zor duyar. “Dam başında dirgenlik/Ne hoş olur ergenlik/Ergenlikte gözüm yok/O da bir bezirgânlık…”
Dam başına bir boydan bir boya germeç gerilir. Germece patlıcan, biber, kuru et asılır. Germecin altına serilen beyaz örtüde erik, kayısı, domates kurutulur. Germecin boş kalan kısmına yunup yıkanan pırtılar serilir.
Düğünler dam başının vazgeçilmezidir. Düğün erkek evinde başlar. Dam başına bayrak dikilirken kurban kesilir. Kağnının dış cerekleri uç uca eklenir. Örmeyle bağlanıp uzunca direk yapılır. Damadın dayısı ile babası direğin ucuna bayrak asar. Bayrağın yanlarına soğan dikilir. Soğanın üzerine kuş tüyleri saplanır. Tüyler, ailenin kökleşmesini temsil eder. Teşrik tekbirleriyle bayrak yukarıya kaldırılır, sağlam durması için kendirlerle dam başının ortasına konulan ağır taşlara bağlanır. Düğün üç gün üç gece sürer. Oyunlar çıkarılır. “Kara da koyun aşılı/Tepesinde yeşili/Usul bas yavaş yürü/ Yıktın damın başını” diyerek davullu zurnalı halaylar çekilir. Gelin eve girerken dam başından gelinin başına buğday, bozuk para, somruk şeker saçılır.
Hayvan gübreleri geçgereyle ahırdan alınıp damın önüne yığılır. Tezek dökmek için kasnaklar akşamdan hazırlanır. Gübrenin kuru kalan kısımları kuyudan çekilen sularla ıslatılır. Tezekleri damın başına çıkarmaya en yakın yer, damın arkasıdır. Her damın arkasından dam başına bir cılga yol çıkar. Damın arkası yüksekse yan yana çivilenmiş tahtadan merdiven konulur. Kasnağa elle veya kürekle doldurularak üstü çıplak ayak ya da çizmelerle tepelenip sıyrılan gübre, serilmek üzere damın başına götürülür. Tezek, kasnaktan ustaca çıkarılıp birbirine yaslanarak dizilir. Tezek dökme işi gece vaktine kadar sürer. Tezekler kurudukça tersi çevrilir. Kuruyan tezekler düz, çapraz üst üste kayılır. Yukarıdan köye bakıldığında her damın başında nakış nakış tezek yığınları görünür.
Dam başında oyunlar oynanır. Analar çocuklarını dam başına yollarken bütün “emi”leri söylerler: “Uçurtma uçururken arkanı kolla emi!”, “Aşık oynarken serpenteye yaklaşma emi!”, “Seklemduz oynarken ayağını burkma emi!”, “Tura oynarken kayışın kiltesi yüzüne gelmesin emi!”, “Acıkınca aşağıya in emi!”… “Emi”ler ne kadar içten söylenirse söylensin hiçbir çocuk “emi”yi dinlemez. Akşama kadar dam başında yatıp yuvarlanan çocuklar oklavadan saca varamaz hâle gelir.
Ramazanda görevliler gece dam başına çıkar, uyuyanları teneke çalarak sahura kaldırırlar. Kışın çocuklar gödelek oynar; evlerden un, bulgur, zahra toplarlar. Çocuklar evdeki yaşlıların elbiselerini giyer, kambur yapar, sakal takarlar. Dam başından “Sağ sağ sarkıttım…” tekerlemeleriyle bacadan aşağıya sitil sarkıtırlar. Aşağıdan ses gelince sitili yukarı çekerler. İçinden yağ, yumurta ne çıkarsa “Allah bereket versin.” derler. Toplananları dükkana götürüp satmanın zevkine diyecek yoktur.
Hısım akraba, sohbet muhabbet için dam başında çiğdem bağdaşı kurarak otururlar. Çay demlenir, nakışlı istikanlarla çay içilir. İstikan yetmezse bakır taslarla içilir çay. Lafa katılanlar birbirinin suratından ne demek istediklerini anlarlar. Sohbetler birbirini kovalar. Konuşmalarda yaş baş gözetilir. “Damdan düşer gibi” konuşanlar dahi nezaketle karşılanır. Karşı taraf ceremesini çeksin diye cevabı bilinmez meteller verilir: “Yere vurdum yumruğu, budur Hakk’ın buyruğu, seksen kilo gelen kurbanın kaç kilo gelir kuyruğu?” Bir başkası daha zorunu sorar: “Bıyık yirmi yaşındayken sakal kaç yaşında olur?”, “Camisi camdan, seccadesi gönden, abdesti kandan, kıblesiz namaz kılan kimdir?” Sual, yerini uzun bekleyişe bırakır. Arkalardan birisi: “Yunus Peygamber” diye fısıldayıverir, ortalığı bir velvele alır.
Her dam türküsü mutlaka bir yâre, bir yaraya söylenir: “Dam başında dam beri/Yine aldı gam beni/Dert için mi doğurdun/Garip anam sen beni…” Gelinlik kızlar meramını dam başında otururken dile getirirler. Acıları özünden gelir. Yürekten ağlar, hâlden hâle varırlar. İçlerinden geçenleri lisana vururlar: “Dam başında pıtırak/Gelin kızlar oturak/Oturmaktan ne çıkar/Gelin olak kurtulak…”
Dam başlarının manzarası her mevsim bir başka güzeldi. Dam başında yatanlardan uykusu derin olanların yatağı dört bucağından tutulur damın uzağına götürülüp bırakılırdı. Çocuklar ramazanda, dam başında zamanından önce ezan okuyup muziplik yaparak oruç bozdururlardı. Tayyarelere el sallanır, yoldan geçen yabancılarla dan edilirdi.
Eski damların pencereleri küçücük, içleri kocamandı. Damların her köşesi kullanılırdı. Odalar, cağlık, kiler iç içe geçişli olurdu. Dede, nine, hala, teyze, çoluk çocuk hepsi bir arada büyük aile hayatı yaşardı. Acı-tatlı, neşe-keder hep birlikte paylaşılırdı. Dam başı yaraları sarar, öfkeyi giderirdi. “Dam dolusu tükenmiş de damlayan tükenmemiş.” edasıyla istif edilen kuru yavan ne varsa her şey bölüşülürdü. Damların önündeki avlular, güneşi konuk ederdi. Damların zemin katları toprağa, bahçeye açılır; giriş kapısı sürekli açık olurdu.
Derme çatma taşlarla örülüp üstü toprakla örtülen dam başı hepimize bir devrin aziz hatırasıdır. Günümüzde toprak damların yerini üstü kiremitli evler aldı. Çatı aralarından yükselen çanak anten, su depoları, güneş panelleri dam başlarının güzelliğini aldı götürdü. Şimdi ne dam kaldı ne mertek. Dam başları sadece türkülerde ve ağıtlarda yaşamakta. Bugün beton evlere hapsolan insanlar, yılların gizli gizli tükettiği dam başındaki kovalamacayı, damdan dama atlamayı, dam başında geçen o eskimez günleri özlemle yâd etmekteler.