H A R M A N……,

Herk edilmiş topraklar sonbaharda ekimi bekler. Yaz sıcağını yemiş tarlalar kapkaradır. Sonbaharın gelmesiyle birlikte çiftin kulpu, oku onarılır. Boyunduruk, zelve, kayış elden geçirilir. Çift demiri yülenmeye gönderilir. Öküzler koşuma hazırlanır. Çoluk çocuk, yaşlı genç tarlaya koşar. Tarlanın taşı, keseği toplanıp geçgereyle takımın kenarına taşınır. Bir tarafa yığılan zibil, kürekle tarlaya serpilir. Bider ekmek için tarla hazır hâle getirilir.
Tarlalar irili ufaklıdır. Bider ekerken önlük takılır, bereket duası okunur. Seklemlerden önlüğe konulan zahra avuç avuç tarlaya saçılır. Tarlanın köşesine bucağına konan kuşlar saçılanlardan nasibini alır. Kuşlar derdi dindirir. Gümrenerek kuşlara deyiş söylenir: “… Uçun kuşlar uçun bizim ellere / Boz bulanık derelere, sellere / Benim gibi garip düşmen ellere / Ayrılmayın bahçelerden, bağlardan…”
Çifte koşulur. Çiftin kulpundan tutularak her gün bir evlek tarla sürülür. Tarla elbizliyse mesesin arkasındaki nacakla çift demirinin çamuru temizlenir. Toprağın altı üstüne getirilir. Tarlaya tapan çekilir. Ekin gümrah olsun diye tohum nağmeyle toprağa kavuşur: “… Çiçeklerden aldım yâr o tohumu / Yolcuyudum alamadım uykumu / Benden selam söylen o nazlı yâre / Esen rüzgârlardan alsın kokumu…”
Rüzgâr eser, yağmur yağar, kar düşer. Karlar ekinlere yorgan olur. Kış boyunca tohum, toprağın altında kalır. İlkbaharla birlikte toprak uyanır. Mart, mayıs… derken ekinler göverir. Göcekle birlikte yerler, yamaçlar yeşile boyanır. Göcek yayanlar kınanır. Herkese malına, davarına sahip çıkması tembihlenir. Ekin sahibi: “Kimsenin zoruna gitmesin. Bizim göcekte yayılan mal melal görürsem tarladan çıkarır, yoncaya sürerim. Sonucuna katlanırsınız.” der. Hayvan yonca tarlasına salınırsa yoncalar. Yoncalayan hayvanı ölümden kurtarmak zordur.
Ekinler önce firik olur. Sıcaklarla birlikte baş yarar. Ekin biçme işi yaklaşırken kayıt görülür. Kayıtta yiyecekler batmanla alınır. Fabrikada çalışanlar, memurlar izinlerini harman zamanına göre ayarlar. Ekin sahibinin uzaktaki oğlu, kızı, torunu yardıma gelir. Ekine imeceyle başlanır. Senin tarlan, benim tarlam ayrımı olmaz. Önce arpaya girilir. Arpaların boyu güdüktür. Arpa orakla ya da ellikle biçilir. Arpayı tırmık da tutmaz.
Buğday tırpanla biçilir. Zô olarak biçilen buğdayı kadınlar maharetli elleriyle toplayarak deste yaparlar. Tırpanla bâcak biçenler desteyi ayağıyla toplar. Ayağa geçirilen bâcak otu cırtlıktan yapılır. Desteler anadutla, dirgenle taşınarak yığın yapılır. Deste kucakta da taşınır. Destenin arasına gökçegüzel otu karışırsa deste dağılmaz. İçinde töngelen varsa ayıklanır. Yığın yaparken ekinin başakları yığının içine, sapı yığının dışına verilir. Yağmurdan yaştan korumak için yığının üstü kubbemsi hâle getirilir.
Kırsalda ağaç bulmak zordur. Bozarmış tarlalarda tek tük ağaç bulunur. O da kendiliğinden yetişen armut ya da alıç ağacıdır. Tarlada ağacın gölgesi ev gibidir. Örs, çekiç, su bidonları, yiyecek, içecek, ufak tefek ne varsa ağacın dibine konur. Torba yoğurdu ağaca asılır. Bebeği olan anneler ağacın dalına hıllıngaç kurar. Anne tarlada çalışır. Çalışırken annenin bir kulağı yavrusundadır. Ağlayınca koşup gelir, çocuğunu emzirir, tekrar işinin başına gider. Ağaç olmayan tarlalarda yığınların dibi gölgeliktir. Yığının gölgesi sabahleyin uzun olur. Güneş yükseldikçe yığının gölgesi kısalır, gölgenin yeri de değişir.
Ekin tarlası küçükse tarla sahibi biçer. Tarla büyükse keşikçi götürülür. Durumu iyi olanlar ırgat tutar. Tırpancılar ala şafakla tarlaya gider. Tarlanın yanındaki borda tırpan çekiçlenir. Bor serttir. Keskinleşmesi için tırpana masat çalınır. Masat beldeki kuşağa sokulur. Tırpancılar ekinin başında yan yana dizilirler. Ekin biçerken tırpancıların alınlarından süzülen ter yüzlerine, çenelerine, bağırlarına doğru akar. Ter peşkirle silinir. Ter kurudukça yüzde, omuzda bembeyaz tuz birikir. Tuz kurudukça gevrer, bulunduğu yeri kavurur durur. Sarı sıcakta tırpanın sesi ekinin sesine karışır. İştahla söyledikleri hava tırpancıların gücüne güç katar.“… Ekinler yetişti, başaklar doldu / Karamuk tatlandı, simsiyah oldu / Vefasız, gözlerim yollarda kaldı / Destenin başında bekletme beni…”
Güneş tepeye çıktıkça azık gelecek diye yol gözlenir. Azıkçı görülür görülmez tırpanlar tüfek çatar gibi çatılır, gölgeye oturulur. Ayağa, dize yapışan pıtraklar temizlenir. Firezin üstüne sofra bezi serilir. Sofrayı serenin sahibesine beyi nazire söyler: “… Harmanlar kaşı yârim / güzeller başı yârim / Senden evvel ölürsem / Suyumu taşı yârim…”
Sofrada yufka ekmek, bol tereyağlı bulgur pilavı, baş soğan bulunur.Turşu eksik olmaz. Kırık ekmekler çalkamacın içine özenir, hüğlenen pilavın üzerine yukarıdan aşağıya salata dökülür, karpuz kesilir, yaş üzüm yenir, taslara doldurulan yayık ayranı kafaya dikilip içilir. Yemek yiyenlerin yanından geçenler sofradakilere selam verip “Boğazınız olsun.” derler. Sofraya buyur edilenler ise mahcubiyet göstererek “Size şelek olmayalım.” derler. Yemekten sonra bulaşıkların kabası toprakla ovalanarak alınır.
Ekin biçerken tarlada insandan geçilmez. Su taşıyanlar, omzunda torbayla yük götürenler, ileri gidenler, geride kalanlar… hepsi bir işin ucundan tutar. Ekinin bir an önce bitmesi için tarlada kim varsa ekin biçenlerin hizmetindedir.
Ekini bitiren tırpancılar hep bir ağızdan “Ekenler biçer, konanlar göçer, cennetin kapısını cömertler açar!” naralarıyla ekin sahibinin önüne deste atarlar; “Dostun dost olsun, düşmanın ömrü bu kadar olsun!” diyerek de bahşiş isterler. Başağı iri olan buğdaylardan çıdırgaç yakılır, yanında çay içilir.
Ekin biçmenin ardından tırmık çekme işi başlar. Tırmık sabahleyin tarla çiğliyken çekilir. Sıcakta çekilirse başaktaki taneler yere dökülür. Tırmığın dişi demirse döküntüyü iyi toplar, tahtaysa çabuk kırılır. Gedik tırmıkla tarlayı tırmıklamak zordur. Tırmık çekerken tarlada değerli taşlara rastlanırsa bu taşlar alınıp cebe konulur. Biriktirilen taşlar düven dişi için kullanılır. Sıykıl taşlar süs olarak evde camekânın içine konur. Sap yığınları harmana gitmeyi bekler.
Yığınları harmana getirmek için kağnı kurulur. Kurağın ön göbüne, arka göbüne çatal kazıklar çakılır. Kazıkların üzerine iç cerek, dış cerek konulur. Cereklerin arasına çaprazına ip çekilir. Kağnının mazısı yağlanır. Evlemesin diye kağnının dişleri tamir edilir. Tarlaya giderken öküzlere “dâh!” denir. Yığının dibine gelince öküzler kendiliğinden durur.
Desteler anadutla kağnıya yüklenir. Yukarıdaki kişi dirgenle duvar örer gibi sapı örer. Sap yukarı doğru genişler, hayma gibi olur. Sap kaymasın diye kendirle dört bir yandan sarılır. Tarladan çıkarken kağnının tekeri yarıya kadar toprağa gömülür. Öküzler bir sağa, bir sola çeker. Tarladan madruba çıkıldığında kağnı durdurulup kağnıya dayak verilir. Öküzler dinlendirilir. Sap kağnısı yokuştan harman yerine doğru giderken kağnının gıcırtısına kağnıyı sürenin yanık sesi karışır: “… Gide gide yokuş bana yurt olur / Mor koyun da kuzusuna kurt olur / Bir yiğit de sevdiğini almazsa / Ölmez amma yüreğine dert olur…”
Harman yerinde hummalı çalışma başlar. Herkesin harman yeri ayrıdır. Eski harman yerlerinde çayır çimen boldur, buraların üzeri de serttir. Çimeni çok olan harman yerinin temizliğini yapmak kolaydır. Yeni açılan harman yerleri tozlu topraklıdır. Çalgıyla harman yeri süpürülür. Keven, calba, kılçiriş -varsa çapayla- kökünden sökülür. Helikler tenekelerle uzağa nakledilir. Sapın döküleceği yer sulanır. Üzerine loğ çekilip pekiştirilir.
Harmana getirilen sap kağnıdan indirilirken incelik ister. Kendirin ucu bileğe dolandırılıp geriye doğru çekilir. Sap dürülerek kağnının arkasından harmana indirilir. Harmana bilezik gibi indirilen sap en makbul olanıdır. Bileziğin yere serilmesi kolay olduğu gibi sap sürümü de kolaydır.
Düven sürmek için sap yere yazılırken düvenin de bakımı yapılır. Düven iki kalın tahtadan yapılır. Tek tahtadan yapılan düvenler de vardır. Düvenin dişi mühimdir. Sap düvenin dişiyle yumuşatılır. Düvenin dişinin ön kısmı ince, arka kısmı kalındır. Düvenin altındaki gediklere çakılan dişler yerine oturtulur. Tahtanın dişleri sıkması için katran dökülür. Katran bulamayanlar kızgın su dökerler. Düven güneşin alnına konarak kurutulur. Düvenin sahibi düven dişlerken dilinden aheste aheste türkü dökülür: “Düven dişi taştan olur / Çok muhabbet aştan olur / Elde güzel çoktur amma / Gönüldeki başka olur…”
Onarılan düven, halka şeklinde yere serilen sapın üzerine konur. Öküzler kulağından tutulup düvene koşulur. Düvene önce, düven sürmeyi iyi bilen kişi biner; bilmeyenlere ise düvenin nasıl sürüleceği öğretilir. Öküzler daireyi dönmeye çabuk alışır. Boyunduruğun dışına koşulan öküzün işi zordur. Yoruldukça öküzlerin yeri değiştirilir. Öküzler sap halkasının dışına çıkacak olursa başına takılı örme, elle çekilerek kösteklenir. Düven öküzü çok yer, az yemesi için öküze burunsalık takılır. Öküzün malamaya pislememesi için helva tenekesiyle tetikte olunur. Öküzü olmayanlar düvene at koşarlar. Nadir de olsa eşek koşanlar da vardır.
Düvene binen kişi düveni dinelerek sürer. Yorulunca sandalyeye oturur. Yorgunluk gösterenle yarenlik edilerek “O düvenden yorulduysan bu düvene bin.” derler. Sandalye sallandıkça uyku bastırır. Sarı sıcak yakar da yakar. Öküzler sırtına, bacağına konan sinekleri kuyrukları ile kovmaya çalışır; öküzün kuyruğu düven sürenin yüzüne gelirse değdiği yeri kaşındırır. Kovalanan sinekler düven sürenin eline, yüzüne, kulağına konup onu sürekli rahatsız eder.
Sapların arasında koşup eğlenen çocuklar gelip düvene binerler. Çocuklardan biri ikisi düvenin arkasına asılır, yatıp uzanarak düvenle birlikte dönerler. Düvene binen çocuk çoksa öküzler düveni zor çeker. Sapın, samanın içine yalbırdak karışan çocukların gülmekten aklı gider. Çocukların sırtına, boynuna yapışan çöpler çocukları dabaz olmuş gibi kaşındırır.
Düven sürülürken yabayla malama aktarılır. Saman altta kalır, sap üste çıkar. Malama boydan boya karıştırılırken mola verilir. Malamanın ortası açık bırakılır. Sap, saman hâline gelinciye kadar düven sürülür. Düven sürme günlerce, haftalarca, hatta aylarca sürer. Saman olduktan sonra sıyırgıyla, yabantıyla ortaya yığılan saman öbeği âdeta küçük bir tepe oluşturur.
Harman savurmak için yel beklenir. “Harman yelle, düğün elle olur.” Sabahları yel esmez. Yel en çok ikindi vakti ya da akşama doğru eser. Yel estiğinde tığ yabayla havaya atılır. Harman savruldukça çeç samandan ayrılır. Saman taneden tam ayrılmamışsa sarattan geçirilir. Ardından kalburla elenir. Kalburun gözü saratın gözünden incedir. Sarattan çıkan kesmik bir tarafa yığılır. Harallara doldurulan kesmik tandırda iyi yanar.
Çeç çulun üzerine yığılır. Gece gündüz çeçin başında beklenir. Oğurlamaya gelenlerden korumak için gece sak yatmak gerekir. Harmanda gökyüzünü seyretmek için sırtüstü yatılır, yatarken yıldızlar sayılır. Gece, siyah kadifesini gökyüzüne serdiğinde bir yıldız parlar. Sonra yıldızlar çoğalır. Yıldızlar dizi dizidir; dağınık, yan yana, sisli… Gece ilerledikçe yıldızlar aşağı doğru iner. Ay doğunca yıldızlar evine gider. Zahra ayın ışığında altın sarısı gibi parlar. Gece inek, dana, eşek harmana gelirse değnekle, dirgenle kovulur. “Dirgeni yiyen sıpa bir daha gelmez sapa.” sözü başkasının malına göz dikip cezası kesilenler için söylenir.
Çocuklar yığınların arasında çürülemeç oynarlar. Cıdal çıkaranlar oyuna alınmaz. Yorulup yatağa giren çocuklar sevinçten birbirine sokulur. Harmanda yatarken en büyük güvence babadır. Baba, çocuklar uyuyuncaya kadar masal anlatır. Sabahleyin ibibiğin sedası, serçelerin cıvıltısı, hayvanların böğürtüsüyle uyanılır.
Çeç harmanda bekletilmeye gelmez. Kurttan kuştan korumak için onu bir an önce eve götürmek gerekir. Zahra, torbalara doldurulup yan yana konur. Akşamüzeri yorgunluktan torbalara yaslanılır, ayaklar uzatılır, tütün tellendirilir, bir de türkü tutturulur: “… Yürü bire yalan dünya / Sana konan göçer bir gün / İnsan bir ekin misali / Seni eken biçer bir gün…”
Torbaya, çuvala konan zahra kağnıya yüklenerek yıkanmak için dereye götürülür. Palazın dört ibiğinden tutularak dereye sal atılır. Zahra kaçmasın diye palazın çıkışına ince elek konur. Hanımlar kolları sıvayıp dizleri çemrerler. Birinin söylediğine ötekiler mırıldanarak eşlik eder: “… Ekin ekilen yere / Sapı dökülen yere / Can kurban, canan kurban / Kâkül dökülen yere…” Zahranın çöpü, kılçığı suyun yüzüne çıkar. Tabanda kalan taşlar uzağa götürülüp atılır. Yıkanan zahra çayırlığa serilen çulun üzerinde kurutulur. Ekmek tahtasının, sininin üzerinde hırışı seçilir.
Kazanlar kurulur, ateş yakılır, hedik kaynatılır. Bulgurluk buğdaylar büzüşene kadar kurutulur. Değirmene gidecek unluk, bulgurluk, yarmalık ayrılır. Tavuğun, cücüğün payı ibiği delik tehlizlere konur. Çalıbasan denilen ekmeklik buğday nakışlı torbalara doldurulur. Romen buğdayı, Urus buğdayı biderlik olarak ayrılır. Değirmen önce una, sonra bulgura, ardından da zavala döner. Evde un bitmişse el değirmeni döndürülerek iki taşın arasına avuç içi ile azar azar buğday, arpa, çavdardan ne varsa atılarak un yapılır.
Değirmen yolculuğuna hazırlanırken harmandaki samanı çekmek için çeten kurulur. Çeten kurarken eskimiş çul, çuval, palaz yan yana getirilerek çuvaldız ile dikilir. Samanlığın üzerinden delik açılır. Çetenle getirilen saman delikten aşağı dökülür. Aşağıda birisi dipten başlayarak samanı yosar. Saman yosmak zordur. Tülbentle kafa göz sarılmazsa toz genze gider, nefesi keser. Samanlıkta bayılanlar bile olur. Saman yosma işi bittikten sonra saman yosan, elinden tutularak samanlığın deliğinden dışarı çıkarılır. Deliğin ağzı salla kapatılır. Çamur karılarak üzeri tepelenir. Sağlam olsun diye çamurun içine saman katılır.
Harman bir sızıdır, hem de ince bir sızı; emeğin, alın terinin sızısı. Harmandan kalkanın üzerinden bir dağ kalkar. Borçlu olanlar harmandan sonra borcunu öderler. Oğlan evlendirecek, kız çıkaracak olanlar harman kalktıktan sonra düğünlerini yaparlar. Harman, fukara günlerin zengin hazinesi olarak herkesin tutunacağı bir daldır.
Vaktiyle harmanda dostluklar kurulurdu. Harman komşuluğunun eni boyu başkaydı. Herkes birbirine yardım eder, birbirinin yarasını sarardı. Güzel günlere ulaşmanın yolunun zorlu günlerden geçtiğini bilmeyen olmazdı. Bir yaz boyunca süren harman geleneği düvenden kara patosa, kara patostan savurmalıya döndü. Şimdi ise tarlanın traktörle bir günde sürülüp, ekilip, biçerdöverle bir günde biçilip toplandığı günlere gelindi.
“Harman yeri sürseler / Yerine gül ekseler…” dizeleri zorluklara çare olarak temennide kalsa da Anadolu güneşinde büyüyüp soframıza gelmesi için güçlüklerine katlandığımız başaklardan çıkan buğdayın tadı damağımızda, buğday ekmeğinin kokusu ise hâlâ burnumuzda tütmektedir. Bizler ise o günleri çamla çırayla arayıp yaşadıklarımızı hasretle yâd etmekteyiz.